Halk Dilinde İncil

HALK DİLİNDE İNCİL (HADİ) ve TÜRKİYE’DEKİ KUTSAL KİTAP TERCÜMELERİNİN SON 50 YILLIK TARİHİ

Hıristiyanlık tarihinde en önemli ve en fazla ilgi çeken sayfalardan bazıları kuşkusuz Kutsal Kitap tercümeleriyle ilgili olanlardır. Kutsal Kitap tercümeleri, gerek tarihçeleri gerekse süreçleri bakımından, yapıldıkları döneme ışık tutan faaliyetlerdir; o dönemlerde oluşan cemaatlerin aynasıdır.

Bunu müşahhas birkaç örnekle açıklamaya çalışalım:

Kutsal Kitap’ın İngilizce’ye yapılan ilk tercümesi Wyclif adında bir vaiz-akademisyen tarafından yapıldı. Kilisede hem dinsel hem de sosyal reformları savunan Wycliff, 1380’de tercümeye başlamış. Kurumsallaşmış kilise ona çok engeller çıkarmış; ama kendisi ve Lolardlar lakabıyla anılan yandaşları köy köy dolaşarak Kutsal Kitap’ı ve içindeki hakikatleri insanlara anlatmaya devam ettiler.

Wycliff tercümeye başladığında yerleşik kilise önderleri onunla alay ettiler, hatta durdurmaya çalıştılar. Onlara göre Kutsal Kitap köylülerin ve alt tabakanın dili olan İngilizceye tercüme edilmemeliydi; böyle bir şey kutsallığa, mukaddesata aykırıydı. Bu tavır bugün bize de çok aşina bir tavır değil mi?

Diğer örnek hepimizin aşina olduğu King James tercümesidir. Bu tercümede çalışanların o çağdaki okuyucularına söylediği şu sözlere kulak verelim:

Tercüme, ışığın içeri girmesi için pencereyi açmaktır; kabuğu kırıp kabuğun altındaki öze ulaşmaktır; perdeyi aralayıp en mukaddes yere bakmaktır; kuyunun ağzındaki kapağı kaldırıp hayat suyuna ulaşmaktır.”

Kral James, ya da King James tercümesi, İngilizce konuşan halkların ruhani ve edebi hayatında çok önemli bir kilometre taşı oldu. Bazı tercüme ve edebiyat uzmanları, bu tercümenin İngiliz dili ve edebiyatı üzerindeki etkilerini saymaya kalkmak, deniz kıyısındaki kumu saymaya kalkmak gibi bir şeydir derler.

Tercümelerin ruhani ve beşeri etkileri söz konusu olduğunda Türkçe Kutsal Kitap tercümeleri için de aynı şeyleri söylememiz mümkündür. Bugün elimizde iki tam Kutsal Kitap tercümesi, dört adet de İncil tercümesi bulunmaktadır. Halk Dilinde İncil (HADİ), İncil’in beşinci tercümesini temsil etmektedir. İşte tam bu noktada 50 yıl geriye gidip Türkiye’de son 50 yıl içinde tercüme alanında neler yapıldığına, bugünlere nasıl gelindiğine bakalım.

Günümüzde sürüp giden müjdeleme uğraşları 1960’larda başladı. Bu yıllarda yerli yabancı müjdecilerin elinde sadece eski Kutsal Kitap tercümesi vardı. Bu tercüme, 1664’de IV. Mehmet’in baş tercümanı Ali Bey tarafından yapıldı, ardından Hollanda-Leyden Üniversitesi’ne götürüldü, 150 yıl üniversite kütüphanesinin bir rafında bekletildi; Osmanlı-Mısır savaşının, Fransızların nüfuzu neticesinde kaybedilmesinden sonra Fransız elçisi ve onun baş tercümanı M. Jean Daniel Kieffer, padişahın hışmına uğradı ve her iki görevli Yedi Kule Zindanı’na atıldı. Kieffer’le birlikte zindanda Türkçe-Osmanlıca öğrenen sekiz kişi Fransa’ya dönüşlerinden sonra Ali Bey’in Leyden üniversitesindeki tercümesini keşfediyorlar. 1817’de başlayan çalışmalar 1827’te bitiyor, Kutsal Kitap Paris’te basılıyor ve Padişah’ın mührüyle İstanbul’a ve Anadolu’ya ulaştırılıyor. Bu metin 1941’de Latince harflerle basıldı ve gözden geçirildi; o günden bu yana hiçbir dil ve üslup düzeltmesi yapılmadan yayınlana geldi.

1960’lı yılları yaşayanlar hatırlayacaklar; bu yıllarda dilde başlatılan özleştirme çalışmaları 70’lerde büyük hız kazanmış, anne-babalar okul kitaplarındaki Türkçeyi okuyup anlamaz olmuştu. İktidarların rengine göre okul kitaplarının ve gazetelerin dili bir eskiye bir yeniye dönüyordu. Bu gel-gitler epey sürdü. Bazı yeni sözcükler-kelimeler kabul görürken bazıları da alay konusu oluyordu. Örneğin hostes yerine uydurulan gökkonuksalavrat gibi. Kaldı ki hostesler her zaman kadın değildir; erkekten de hostes oluyor. Bu özleştirme çabaları zamanla hem biraz hız kesti, hem de daha düzeyli ve tutarlı bir rotaya girdi. Türk Dil Kurumu ve yerli yazar-çizerler dildeki özleşme uğraşlarına kendi olanaklarınca katıldılar.

1970’lerin ortalarında Türkiye'de bulunan Hıristiyan cemaatler, dildeki bu özleşmeden de etkilenerek eldeki Kitab’ı Mukaddes’in dil ve üslup açısından ihtiyacı karşılamaktan çok uzak kaldığını fark ettiler. 1970’lerin sonunda başlatılan İncil tercümesi 1986’da sonuçlandı ve MÜJDE – İNCİL başlığıyla basıldı. O yıllarda Hıristiyanlar olarak attığımız her adımı, toplumdaki keskin ve yargılayıcı peşin hükümlere göre ayarlamak zorundaydık. Yeni bir İncil tercümesini bile başlığında birazcık yumuşatarak yayınlamak zorunluluğunu hissettik ve İncil’in kapağında büyük harflerle yazılan MÜJDE başlığının altına daha küçük harflerle İncil kelimesini yazmayı tercih ettik.

Ne Osmanlı döneminde ne de Cumhuriyet’ten sonraki dönemde katılımcı-çoğulcu bir kültürü, bir devlet yönetimini hâkim kılamadık; halkımızı yasaklar ve dayatmalarla yönettik. Tabii bundan en fazla nasiplenen de yerli ve etnik Hıristiyan azınlıklar oldu. Soğuk savaşın sonunu başlatan Berlin Duvarı’nın çöküşüne kadar Türkiye’deki Hıristiyan cemaatler Kutsal Kitap dışında Hıristiyan teolojisini, Hıristiyan ahlâkını ve hayat biçimini anlatan hiçbir kaynağa sahip değildi. Yasaklayıcı, dışlayıcı yönetimler bu alandaki her yayını ülke bütünlüğüne, üniter devlete yönelmiş birer tehlike olarak görüyorlardı. Hele hele düzenin meşruiyetini sorgulayanlar sürüm sürüm süründürüldü. 12 Eylül Askeri Darbesi, askeri vesayetin son hamlesi oldu. Ama biliyoruz ki sıkıyönetim 1996’lara kadar sürdü. Sıkıyönetimin hâlâ sürdüğü 1987 yılında Müjde-İncil’i yayınlayacak bir yayınevi aramaya çıktık. Cağaloğlunda bir düzine yayıneviyle görüştük; tek bir yayınevi bizimle oturup yayınlama şartlarını görüşmeyi kabul etti. Dosyayı önlerine koyduk. Metni şöyle bir taradılar; sonra sondaki haritalara geldiler. Haritaları görünce iki kez ciddileştiler, dikkatle incelemeye başladılar. Haritaların biri 7 kiliseyi gösteren haritaydı. O çağda Anadolu’nun kuzeyi Rum Pontus İmparatorluğu adıyla bilindiği için öyle yazılmıştı. Yayınevinin müdürü haritayı görünce biraz durakladı, sonra parmağıyla işaret ederek dedi ki, “Böyle bir haritayı içeren bir atlas yayınladığım için 7 yıldır yargılanıyorum. Bu haritayı içeren bir kitabı yayınlayamam.”

İncil’i laik bir yayınevi aracılığıyla basıp dağıtma hayallerimiz böylece suya düştü.

Çaresizlik içinde İncil’i yayınlayacak bir yol aramaya devam ettik; sonunda bugün de varlığını sürdürmekte olan YYY’yi kurduk. Devlet korkusundan ilk yayınımız İncil olmasın dedik; bu sebeple C. S. Lewis’in “Aslan, Cadı ve Sihirli Dolap” adlı eserini yayınlamakla yayın hayatına adımımızı attık.

Bugün Protestan cemaatlerinin yanı sıra azınlıkların da kullandığı çağdaş Türkçe Kutsal Kitap çevirisinin dili ve üslubu üzerine birkaç söz söylememiz gerekir.

Türkçe, 1960’lardan başlayarak neredeyse bugün de bir nebze süren büyük bir toplumsal kavganın muharebe alanı olarak kullanıldı: Bir yanda Laikler ve cumhuriyetçiler, öbür yanda bunların karşısında muhafazakârlar ve dindarlar. Birinci kamptakiler öz Türkçeyi hâkim kılmaya çalışırken ikinci kamptakiler ortalama, hatta dindar ve muhafazakâr diyebileceğimiz bir Türkçeyi benimsediler. Soğuk savaş döneminde konuştuğunuz Türkçe bir bakıma siyasal renginizi, eğilimlerinizi de yansıtıyordu. Tabii ki bu iki kampın dışında büyük bir halk ve her türlü yazım çizim faaliyetini sürdüren kalem erbabı da vardı. Herkes hedeflediği kitleye nasıl bir dil düzeyiyle ve üslupla ulaşabileceğini ölçerek yola çıkmak zorundaydı. Bugün elimizde bulunan çağdaş Türkçe Kutsal Kitap çevirisini bizlere armağan eden ekip de aynı kaygı ve sezgilerle yola çıktı. Öz Türkçe kelimelerin rağbette olduğu dönemde (1970 – 1990) tercümeye başlayan ekibin içinde HADİ tercümesinde yer alan bazı arkadaşlar da vardı.

Eski Ahit tercümesi 1989’da başladı, 2000’de tamamlandı ve çağdaş Türkçe Kutsal Kitap çevirisi başlığıyla 2001’de yayınlandı. Ülkemizdeki bütün Hıristiyan cemaatleri tercümeyi büyük bir heyecanla karşıladılar. Tercüme hem dil hem üslup açısından lise ve üstü eğitim görmüş okuyuculara hitap edecek düzeydedir. Tabii ki dil ve özellikle seçilen kelimeler ve terimler o günün Türkiye’sinde dildeki özleşmeden yana olanları memnun edecek niteliktedir.

Aşağıdaki örneklere bir göz atalım:

Elçi ↔Havari, Tanrı ↔Allah, tapmak ibadet etmek, soynesil,

kutsal mukaddes, Ulushalk, millet, söz dinlemek ↔itaat etmek,

ruhsal armağan↔ruhanî mevhibe, amaçlamak ↔niyetlenmek

dayanma gücü sabır, sonsuz ↔ebedî, yücelik ve güç ↔izzet ve kudret

Ancak gecekonduda oturan birine, “Tanrı sana dayanma gücü versin” mi dersiniz, yoksa, “Allah sana sabır versin” mi dersiniz? Bugün aynı okuyucu kitlesine seslenecek olsak aşağıdaki listeden hangi kelimeleri seçerdik?

Sonsuz güç ↔ebedî kudret,

tanrılık ↔uluhiyet,

yüceltmek ↔hamdetmek, şükretmek,

ileri sürmek ↔iddia etmek,

tutku ↔ihtiras

yargılamak suçlamak, mahkûm etmek

Sorunun cevabı gayet açık: Sağdaki listeyi seçerdik.

Aynı şekilde:

“Tanrı onları utanç verici tutkulara teslim etti” yerine,

“Neticede Allah onları kendi utanç verici ihtiraslarına teslim etti” derdik.

Bu örneklerle söylemek istediğimiz kısaca şudur: 1980’lerde kelime seçimi konusunda bir tercih yapıldı. Hedef okuyucu kitlesi açısından bu doğru bir seçimdi. Ama sokaktaki insan için, Anadolu’da yaşayan halk için en iyi seçim olduğunu söylemek zor. Kendi tercihlerimizi ortalama halka dayatmaya kalkmak bizi sonuca götürmez. Nitekim 1960-1990 döneminde dilde yapılan değişiklikler halka mal edilemedi, halka benimsetilemedi. Çağdaş Türkçe çeviride aşırıya kaçtığımızı söylemiyorum; ancak baştan sona kadar seçilen kelimeler ve terimler, ve özellikle üslup (cümle yapısı: alabildiğine uzun ve edebi açıdan karmaşık sayılabilecek cümleler), günlük gazeteyi bile okuyup anlamakta zorlanan sokaktaki insanın dil seviyesinin çok üstündedir. Birkaç örnekle açıklayalım:

ÖRNEK: Romalılar 1:9-10

  1. Kitab’ı Mukaddes:

“Çünkü Allah’ın iradesiyle nihayet şimdi size gelmek için, mümkünse hayırlı bir yol bulmayı niyaz ederek, daima dualarımda sizi nasıl durmadan andığıma, Oğlunun incilinde ruhumla hizmet ettiğim Allah şahidimdir.”

  1. Çağdaş Türkçe Çeviri:

“Oğlunun Müjdesi’ni yaymakta bütün varlığımla kulluk ettiğim Tanrı, sizi durmadan, her zaman dualarımda andığıma tanıktır. Tanrı’nın isteğiyle sonunda bir yol bulup yanınıza gelmek için dua ediyorum.”

  1. Halk Dilinde İncil – HADİ

“Allah sizleri dualarımda devamlı andığıma şahittir. Bütün kalbimle O’na hizmet ediyorum; semavî Oğlu İsa Mesih’in kurtuluş müjdesini vaaz ediyorum. Allah izin verirse bir yolunu bulup nihayet sizleri ziyaret etmek niyetindeyim. Bunun için hep dua ediyorum.”

Herkesin bildiği, dini ve ruhanî ağırlığı olan:

EBEDÎ, MANEVÎ, HAYAT, KUVVET, KUDRET, AHRET, HESAP GÜNÜ

gibi kelimeleri çağdaş Türkçe çeviride kullanmaktan kaçındık. Kutsal Kitap’ın dili, cemaatlerin kendi halklarıyla iletişim kurmakta kullandıkları dilden farklı olunca iletişimde ciddi zorluklar, engeller, uçurumlar ortaya çıkar. Bugünkü Protestan Cemaatler Kutsal Kitap’ı her gün okuyup yorumladıkları için, biraz da eğitim düzeylerinden gelen avantajlarla, metni anlamakta zorlanmayabilirler. Ama hayatında ilk defa Kutsal Kitap’ı ya da İncil’i eline alan bir Anadolu insanı için:

TUTKU, SONSUZ GÜÇ, RUHSAL ARAMAĞAN, EGEMENLİK, HER ŞEYE GÜCÜ YETEN, TAPINAK

gibi kelimeler hem zor anlaşılır, hem de beklenen o dini ve ilahi ağırlığı ve ciddiyeti yaratamaz.

Peki 1970’lerde tercüme ekipleri, bugünkü çağdaş Türkçe çeviride kullanılan dili o kadar rahat ve tabii şekilde kullandıkları halde bunu izleyen yıllar içinde ne oldu ki çağdaş Türkçe Kutsal Kitap çevirisindeki dili ve üslubu gözden geçirmek zorunda kaldık?

Bu soruya cevap verdiğimiz zaman, bizleri yeni bir tercüme arayışına iten sebepleri de aydınlatmış oluruz.

Konuyu başlıklar halinde açıklamaya çalışacağız.

  • 1960-1990 arası siyasal, sosyal ve ideolojik tercihler; bu tercihlerin yol açtığı kamplaşmalar, bu kamplaşmaların dil seçimi üzerindeki etkileri.
  • Dünya genelinde gelenekselleşmiş, yerleşmiş Kutsal Kitap tercüme anlayışı, felsefesi.
  • Tercüme ekiplerinde yer alanların mezhepsel tercihleri, geçmişleri.
  • Tercümanların metne sadakat anlayışları: Orijinal dilde 5 kelimeyle söyleneni ille de 5 kelimeyle tercüme etme ısrarı.

Tutarlılık anlayışı: Orijinal metinde geçen temel kelime ve terimlerin tutarlı şekilde tercüme dilinde aynı kelimeyle karşılanması yolundaki tavizsiz tutum.

Çoğumuzun anlayacağı bir dille söyleyecek olursak KONKORDANSAL tercüme ilkesine aşırı bağlı kalmak.

*Muğlak ayetlerin muğlak kalması gerektiği yolundaki bağnaz tutum.

Muğlaklığı savunanlar genelde iki mazeret kullanırlar.

  1. Bu bir vaaz konusudur; bırakalım vaizler cemaatleri için kendileri yorumlasınlar; ya da okuyucu bundan ne anlarsa anlasın, ifadeyi anlaşılır şekilde tercüme etmek bizim sorumluluğumuz değildir.
  2. Allah isteseydi bunu anlaşılır şekilde söylerdi; madem Allah böyle söyledi, biz de öyle bırakalım.

Bu mazeretlerin hiçbiri geçerli değildir.

40 yıla yaklaşan tercüme alanında yaptığımız küçük keşiflerden birini sizlerle paylaşmak istiyoruz:

Neredeyse bütün İngilizce tercümeler muğlak dediğimiz noktalarda yüzyıllarca birbirini kopyalayıp durdular.

İncil’in Luka kısmından iki örnek verelim.

  1. Luka 7:23 “Benden ötürü sendeleyip düşmeyene ne mutlu!”

İsa bu sözü Yahya’nın şakirtlerine söylüyor. Yahya şakirtlerini İsa’ya gönderiyor. Gidin ona sorun, “Gelecek olan sen misin yoksa başkasını mı bekleyelim?”

İsa ne diyor? “Gidin gördüklerinizi Yahya’ya bildirin. Körlerin gözleri açılıyor…..kötürümler yürüyor….

En son diyor ki, “Benden ötürü sendeleyip düşmeyene ne mutlu!” Ne demek istiyor İsa?

Mümkün olsa da bunu 100 kişiye sorsak. Kilise çevresinden 100 kişi demek istiyorum. Kaç kişi anlıyor acaba bu sözün ne anlama geldiğini?

  1. Luka’dan ikinci bir örnek; Luka 7:35, “Bilgelik, onu benimseyen herkes tarafından doğrulanır.”

İsa burada Yahya tarafından vaftiz olmaya yanaşmayan Ferisiler ve Şeriat âlimlerine sesleniyor.

“Yahya oruç tuttu, şaraptan kaçındı; ona cinli diyorsunuz. İnsanoğlu geldi, yiyip içti, ona ‘şu obur ve ayyaş adama bakın! Vergicilerle ve günahkârlarla dost oldu’ diyorsunuz.

Sonunda İsa diyor ki, “Ne var ki bilgelik, onu benimseyen herkes tarafından doğrulanır.” Ne demek istiyor İsa? Sokaktaki insan bundan ne anlayacak?

Son bir örnek: Yuhanna 4:27

Kitabı Mukaddes:

“Bunun üzerine şakirtleri geldiler, ve İsa’nın bir kadınla konuşmakta olmasına şaştılar; bununla beraber hiç biri: Ne arıyorsun? Yahut: Niçin o kadınla konuşuyorsun? Demedi.”

Çağdaş Türkçe Çeviri:

“Bu arada İsa’nın öğrencileri geldi. O’nun bir kadınla konuşmasına şaştılar. Bununla birlikte hiçbiri, ‘Ne arıyorsun?’ ya da, ‘O kadınla neden konuşuyorsun?’ demedi.”

HADİ:

“Bu sırada İsa’nın şakirtleri geri geldi. İsa’nın bir kadınla konuştuğunu görünce şaştılar. Fakat hiçbiri kadına, ‘Ne istiyorsun?’ ya ada İsa’ya, ‘O kadınla niye konuşuyorsun?’ demedi.”

Nerdeyse bütün İngilizce çeviriler aynı. Neden acaba? Tabii, ayet o kadar açık ki, hiç kimsenin aklına başka türlü tercüme edilebileceği gelmedi; her tercüme bir diğerinden aynen aldı. 2006 yılında yayınlanan ERV bile aynı.

Burada iki soru var: Birincisi kadına sorulan sorudur: “Ne istiyorsun?”

İkinci soru İsa’yadır. İkisi de oldukça sert ve kaba sorulardır. Ama şakirtlerin İsa’ya, “Ne istiyorsun?” yollu bir soru sormaları çok garip olurdu değil mi? Oldukça azarlayıcı tonda bir soru.

Özet olarak yeni tercümede bu tür muğlaklıklar olmayacak. Olmaması lazım.

Ülkemiz 70 milyonun üzerinde bir nüfusu barındırmaktadır. Bölgeden bölgeye önemli kültürel farklıların yanı sıra sokakta konuşulan dilde de önemli farklılıklar vardır. Ama inançlar ve ibadetler söz konusu olduğunda ülkemizin genelinde yerleşik denebilecek bir ibadet dili olduğunu söylemek mümkün. Kutsal Kitap’ın dili, Allah’ın kurtuluş müjdesinin milyonlara ulaşmasına engel teşkil etmemelidir. Her birey Allah’ın kelâmını okuyup anlama hakkına sahiptir. HADİ ile okuyuculara sunduğumuz yeni İncil tercümesi bu yolda atılması gereken adımların sonu değil, ilkidir. Farklı eğitim düzeyindeki halk tabakaları için farklı tercümeler yapılmaya devam edilecek; bundan korkmaya, kaygılanmaya gerek yoktur. Kiliselerimizin dört duvarı arasında hapsolup kalmayacağız. İsa’nın bize emanet ettiği kurtuluş müjdesini halkımıza ulaştırmak, görevimiz ve hakkımızdır. Bizler bu toplumun tadı tuzu olacağız. Ülkemizin bütünlüğüne, birliğine, bekasına bir tehdit değiliz, tam tersine, Allah kelâmının dediği gibi,

“Herkes baştaki yöneticilere tâbi olsun……….. Yöneticilerden korkması gerekenler iyi insanlar değil, kötülük yapanlardır. Yönetimden korkmadan yaşamak istiyor musun? O halde iyi olanı yap. O zaman yöneticilerin takdirini kazanırsın.”

Allah’ın hükümranlığı herkese açıktır. “Yeni tabiata sahip olan müminler arasında Yahudi, Grek, sünnetli, sünnetsiz, barbar, İskit, köle ya da hür ayrımı yoktur. Önemli olan Mesih’tir; O hepimizin kalbinde yaşıyor.”

Herkes gibi bizler de bu dünyada yaşıyoruz; ama dünyaya teslim olmayız; bizi manevi açıdan yöneten Mesih ve Mesih’in sevgisidir. Bizler bu sevgiyi dünyaya hâkim kılmakla görevliyiz. Nereye kadar başarabiliriz bunu, bilmiyoruz, ama bildiğimiz bir şey var: Mesih bir gün gelecek, özlediğimiz ebedî adalet, O’nun gelişiyle kurulacaktır.

Ebetler ebedince O’na hamtlar olsun.