Allah’tan başka ilah yoktur; kâinatta O’ndan daha önemli, daha değerli, daha güzel, daha mukaddes, daha şefkatli kimse yoktur. Çünkü o bütün kâinatın yaratıcısıdır, sahibidir, efendisi ve rehberidir. Allah, “Işık olsun!” diye emretti, ışık oldu. Işığın karanlıktan iyi olduğunu gördü; ışığı ve karanlığı birbirinden ayırdı. Allah, “Kendi suretimizde insan yaratalım” dedi; böylece insanı yarattı. İnsanları erkek ve dişi olarak yarattı. Onları takdis etti ve yarattığı her şeyi onlara tâbi kıldı.
Allah bizleri O’nu ve yarattığı her şeyi tanıyalım, O’na hizmet edip ibadet edelim diye yarattı. Nitekim İncil’in Matta suresinde şu ayetleri okuruz: “Rab Allah’ını bütün kalbinle, bütün canınla, bütün aklınla sev (Matta 22:37).” Bütün bunları mukaddes yazılardan biliyoruz. Mukaddes yazılar sayesinde Allah’ın eşsizliğini ve rakipsiz hâkimiyetini öğreniriz. Allah’ın kelâmını okuyan herkes Allah’ı daha yakından tanıma fırsatına sahip olur; Allah’ın bütün kâinata dair neler tasarladıklarını öğrenir. En önemlisi, Allah’ın kelâmı, bize hak yolunu, Allah’a makbul olan ve ebedi hayata giden yolu öğretir. Nitekim havari Pavlus, kendi adıyla anılan İncil suresinde şunları söyler:
“Allah’ın vahyettiği yazıların hepsi faydalıdır, bize
hakikati öğretir, günahımızı gösterir, hatalarımızı
düzeltir ve hak yolunda eğitir. Bu sayede Allah adamı
her tür iyiliği yapmak için gerekli vasıflara sahip olur
(İncil, 2.Timoteos 3:16-17 ayetleri).”
Allah, ebedi kelâmını Mukaddes Ruhu vasıtasıyla peygamberlere vahyetti ve insanlara ulaştırdı. Nefes aldığımızda nasıl ki ciğerlerimiz hayat veren hava ile doluyorsa, Allah’ın Ruhu da peygamberlerin ve resullerin kalplerini ve zihinlerini ebedi hayatın kaynağı olan Allah’ın kelâmı ile doldurur. Allah’ın kelâmını okuduğumuzda Allah’a dair hakikatleri öğreniriz. Allah, kendisine makbul kullar olmamız için iman yolunda yürümemizi öğütler.
İncil bize şu hakikatleri öğretir:
- riyasız sevgiyi,
- eşlerin karşılıklı sevgi ve uyum içinde yaşamasını,
- Allah’a itaatkâr evlâtlar yetiştirmeyi,
- başkalarıyla barış içinde yaşamayı,
- hakiki mutluluğu,
- kaygısız yaşamayı,
- hayatın hakiki amacını,
- takvayı ve hakiki dindarlığı.
Allah’ın kelâmı ebedidir, değişmez; Allah da değiştirilmesine müsaade etmez. İncil’in 1.inci Petrus kısmında Yeşaya Peygamber şöyle der:
“İnsan ota benzer,
güzelliği kır çiçeği gibi geçicidir.
Ot kurur, çiçek solar gider,
fakat Rab’bin kelâmı ebediyen kalıcıdır.”
(İncil, 1. Petrus 1:24-25)
Efendimiz İsa Mesih, İncil’in Matta 5:18 ayetinde şöyle der:
“Yer ve gök yok olmadan, şeriatın her emri yerine gelmeden
şeriattan tek bir harf ya da nokta dahi yok olmayacaktır.”
Elinizdeki İncil meâli, İslamiyet’in doğuşundan yüzlerce yıl öncesine ait kadim el yazmalarının orijinallerinden yapılan kopyalardan tercüme edilmiştir. İslamiyet’in ortaya çıkmasından önce bile Arap halkları tarafından bilinen ve okunan Tevrat, Zebur, peygamberlerin kitapları ve İncil, bugün elimizde bulananlarla aynıydı. Nitekim Kur’an bu kitapları okuyan Yahudi ve Hıristiyan müminleri “Ehl-i kitap”, yani mukaddes kitaplara sahip olanlar, kendilerine Allah tarafından kitap indirilenler diye tarif eder. Kur’an’ın Mâide Sûresi’nin 44-47 ayetlerinde şunu okuruz:
“Evet biz, içinde yol gösterme ve ışık bulunan Tevrat’ı indirdik. Teslim olmuş peygamberler Tevrat’la Yahudileri yargılarlardı; hahamlarla bilginler de Allah’ın Kitabı’ndan kendilerinden korunması istenilen ve hakkında tanıklık ettikleri şeyle karar verirlerdi. Öyleyse insanlardan sakınmayın, benden sakının. Ve göstergelerimi
önemsiz bir karşılık için satmayın. Kim Allah’ın indirdiğiyle karar vermezse, işte onlar inkârcılardır…
Peygamberlerin izi üzerine, arkalarından Meryem oğlu İsa’yı, ondan önce gelmiş bulunan Tevrat’ı doğrulayıcı olarak gönderdik. Ona da, -içinde yol gösterme ve ışık bulunan- İncil’i, önündeki Tevrat’ı doğrulayıcı, takvalılara yol gösterme ve öğüt olarak verdik. İncil’e uyanlar, Allah’ın onda indirdikleriyle karar versinler! Allah’ın indirdiği ile kim karar vermezse, işte onlar, yoldan çıkanlardır.”
(Kur’an, Mâide Sûresi:44,46-47 ayetleri)
Gerek elimizdeki el yazmaları gerekse antik çağda yazılan eserlerin bu el yazmalarından yaptığı uzunca alıntılar, bugün sahip olduğumuz Tevrat, Zebur ve İncil metinlerinin asıllarına uygun ve güvenilir olduğunu açıkça göstermektedir.
Efendimiz İsa Mesih ve İncil
Allah kendini, iradesini ve hak yolunu Kelâm-ullah, yani Efendimiz İsa Mesih vasıtasıyla izhar eder. İsa, insanlık tarihinin odağındaki kişidir. Allah’ın halkını mükemmel şekilde temsil eder, onlar için şefaatte bulunur. Allah’ın emirlerini ve ebedî amaçlarını eksiksizce yerine getirir. Bu dünyadayken Allah’a tam bir teslimiyetle, günahsız ve pak bir hayat sürdü; çünkü İncil’e göre İsa Mesih Allah’ın ilahi özündendir. Allah O’ndan tamamen razıdır.
İncil, Efendimiz İsa Mesih’in dünyadaki hayatını, vaazlarını, vazettiklerini, semaya alındıktan sonra şakirtlerinin ve havarilerinin faaliyetlerini anlatan Allah kelâmıdır. İncil’in ilk dört kısmı, diğer bütün kutsal yazılar gibi, İsa Mesih’in seçtiği havarilerin Allah’tan aldığı vahiy sözleridir. Bu ilk dört kısmın adları, yazarların adlarını taşır; yani Matta, Markos, Luka ve Yuhanna. Bunları, Havarilerin Faaliyetleri isimli kısım takip eder. Havarilerin Faaliyetleri, İsa Mesih’in semaya alınmasından sonra havarilerin Mukaddes Ruh’un kudretiyle yaptıkları işleri anlatır. Bundan sonra Havarilerin vahiy yoluyla müminlere yazdıkları mektuplar gelir. İncil, havari Yuhanna’nın İsa Mesih’ten aldığı vahiyle son bulur. İncil’in Vahiy kısmı, dünyanın sonunu, hesap ve hüküm gününü ve herkesi bekleyen ebedî akıbeti anlatır.
İsa, Allah’ın peygamberlere vahyettiklerinin beden almış halidir. Tevrat, Zebur ve bütün peygamberlerin kitapları, Allah’ın Kelâmı diye de adlandırılan İsa’nın yolunu hazırlamak için verildi. Bunların sayesinde İsa’nın kimliğini, yaptıklarını ve uluhiyetini anlarız. İsa ile aynı çağda yaşamış olan dindar insanlar O’nun dünyaya gelişinin sebebini anlamadılar; Tevrat ve Zebur’daki vahiyleri kavrayamadılar. Ne yazık ki bugün de insanlar bu hakikatleri bilmekten çok uzaktır. Çünkü Allah’ın kelâmını okumuyorlar. Kıyamet günü, hesap günü geldiğinde hiçbir mazeretleri olmayacak.
İsa’nın dünyaya gelişinin sebeplerini açıklayan, mucizelerini kaydeden İncil’i okuduğumuz zaman Allah’ın ezelden beri var olan tasarılarını ve bu ebedi tasarıların merkezinde olan İsa’nın kimliğini ve Allah’ın O’nu neden dünyaya gönderdiğini anlamaya başlarız. Tevrat, Zebur ve peygamberlik kitaplarında geçen birçok ayet, İsa’nın beden alıp aramızda yaşamasıyla aydınlığa çıktı.
“Çünkü bize bir çocuk doğacak, bize bir oğul
verilecek. Yönetim onun omuzlarında olacak.
Onun adı ‘Harika Öğütçü, Güçlü Tanrı,
Ebedî Baba, Esenlik Önderi’ olacak. Davud’un
tahtı ve ülkesi üzerinde egemenlik sürecek.
Egemenliğinin ve esenliğinin büyümesi son bulmayacak.
Egemenliğini adaletle, doğrulukla kuracak
ve sonsuza dek sürecek. Her şeye egemen
RAB’bin gayreti bunu sağlayacak.” (Yeşaya 9:6-7 ayetleri)
“RAB’bin yolunu hazırlayın, bozkırda Tanrımız
için düz bir yol açın. Her vadi yükseltilecek,
her dağ, her tepe alçaltılacak, böylelikle engebeler
düzleştirilecek, sarp yerler ovaya dönüştürülecek.
O zaman RAB’bin yüceliği görünecek, bütün insanlar
hep birlikte onu görecek. Bunu söyleyen RAB’dir.”
(Yeşaya 40:3-5 ayetleri)
“O günlerde Vaftizci Yahya Yahudiye kırlarında
vazetmeye başladı. ‘Tövbe edin, çünkü Semavî
Hükümranlık yaklaştı diyordu. Allah’ın Yeşaya
Peygamber vasıtasıyla haber verdiği kişi Yahya’dır.
Yeşaya, Yahya’yı kastederek şöyle dedi:
“Kırlarda biri haykırıyor: Rab’bin yolunu hazırlayın,
geçeceği yerleri düzeltin.’” (İncil, Matta 3:1-3)
İsa Mesih’in Görevi
Allah, kendi iradesiyle belirlediği zamanlarda belirlediği işler için özel kişiler seçti. Eski Ahit zamanında seçtiği peygamberler, rahipler ya da krallar, başlarına zeytinyağı sürülerek göreve atanırdı. Bu sayede halk bu kişilerin Allah tarafından görevlendirildiğini ve Allah’ın Ruhu’yla kuvvetlendirildiğini anlardı. Seçilmiş kişilerin zeytinyağı ile bu şekilde takdis edilmesine “meshedilmek” denirdi. İsa, meshedilmiş olanların en büyüğü, en üstünüdür. O yalnız yağla değil, Allah’ın Mukaddes Ruhu’yla meshedilmiştir.
Peygamberlik yetkisiyle mücehhez olan insanlar, yaşadıkları çağda Allah’tan aldıkları vahyi insanlara ilettiler; yani peygamberlikte bulundular. Bu peygamberliklerin en önemlisi İsa’nın “MESİH” olarak geleceğini haber veren peygamberliklerdir. Bu peygamberlikler İsa’yı, “Meshedilmiş Olan” diye tanıtırlar.
“Egemen RAB’bin Ruhu üzerimdedir. Çünkü O
beni kurtuluş müjdesini yoksullara iletmek için
meshetti. Yüreği ezik olanların yaralarını sarmak
için, tutsaklara serbest bırakılacaklarını, zindanlarda
bulunanlara kurtulacaklarını, RAB’bin lütuf yılını,
Allah’ımızın öç alacağı günü ilan etmek için gönderdi.”
(Yeşaya 61:1-2)
Allah’ın Sevgisi, Aramızdaki Varlığı
Allah’ın kelâmında okuyoruz ki, Allah insanı seviyor, insanın ebedî helâka gitmesini istemiyor. Nitekim Yuhanna 3:16 ayetinde şöyle denir:
“Allah dünyayı öyle çok sevdi ki, biricik
semavî Oğlu’nu feda etti. Öyle ki,
O’na iman eden helâk olmasın,
ebedî hayata kavuşsun.”
Bütün mukaddes yazılar İsa’dan söz ederken Allah’ın Kelâmı, Allah’ın Sözü der. İsa, Allah’ın özüne sahip olarak Şeytan’ın bütün ayartılarına karşı galip geldi; asla günahla lekelenmedi. Bu dünyadayken günahkârlarla oturup kalktı, herkesin reddedip dışladığı insanları bağrına bastı; dindar görünüp yoksulu, kimsesiz ve zayıf olanları ezen, sömüren şeriat âlimlerini, zenginleri, nüfuzlu idarecileri acımasızca tenkit etti, yerden yere vurdu.
İnsanlar İsa’nın söylediklerine tahammül edemediler; O’nu ortadan kaldırmanın yollarını aradılar ve en sonunda işgalci Romalılarla işbirliği yapıp O’nu çarmıha gerdiler. Filistin halkları ve Roma dünyası İsa’nın çarmıha gerilmesiyle bir çağın kapandığını sandılar; ne var ki çarmıha gerilme bir “son” değil, bir “başlangıçtır”. İlmi açıdan imkânsız olan bir şey oldu: Mezara ölü olarak yatırılan İsa, üçüncü gün dirildi. Diriliş, ilahi gücün bir tezahürüdür; biyolojik açıdan imkânsız olan bir şeyin gerçekleşmesidir. İsa’ya iman edenlerin ölümden sonra ebedi hayata sahip olacaklarını teminat altına alan ilahî bir müdahaledir.
Vahiy, Mukaddes Yazılar ve Tercüme
Bütün bu hakikatleri Allah’ın kelâmı olan İncil’de okuyoruz. Allah’ın kelâmını okuyup anladığımız zaman Allah’ın bize ne kadar yakın olduğunu anlarız. Çünkü İncil Allah’tan gelen İsa Mesih’i anlatıyor. İlahî hakikate vakıf olmak için Allah’ın kelâmına kendi dilimizde ve anlayabileceğimiz seviyede sahip olmamız gerekir. Allah’ın ebedî kelâmı binlerce yıl önce vahiy yoluyla peygamberlere ve resullere verildi. Peygamberler ve resuller kelâmı kendi dillerinde yazıya geçirdiler. O günden bugüne kadar kelâm birçok dile tercüme edildi. Kelâmı başka dillere tercüme etmek, kelâmın kutsiyetini ve ebedî mesajını bozmaz. Tam tersine, kelâmın tercümesini yüzyıllarca yasaklayan ruhbanlar, vaazlarında kelâmı tahrif ettiler, kendi menfaatlerine uygun şekilde yorumladılar. Binlerce yıl önce peygamberleri vasıtasıyla insanlara seslenen Allah, aynı ebedî mesajı tercümeler vasıtasıyla bütün insanlara duyurur; ebedî mesajının anlaşılmasını ister. Sahte inançlar, dünyevî dinler insanları etkilemek için karmaşık ifadeler kullanır, büyüleyici ayinler düzenlerler. Hatta mukaddes saydıkları kitaplarını gün ışığına çıkarmaktan bile korkarlar. Fakat Tevrat, Zebur ve İncil’e inananlar bu yola başvurmazlar. Musa Peygamber olsun, Davud Peygamber olsun, İsa Mesih olsun, Allah’ın emirlerini halkın anladığı dilde ve anladığı üslupta ilettiler.
Efendimiz İsa Mesih dünyadayken Tevrat’ı ve Zebur’u bilen Yahudi halkına seslenirken Tevrat’tan, Zebur’dan ve peygamberlerin kitaplarından ayetler nakletti; o çağda yaşayan insanların hayatından misaller verdi, insanların hayatında önemli yere sahip olan şeylerden bahsetti. Mesela bağdan, bağcılıktan, asmadan, balıktan, balıkçılıktan, koyundan, kuzudan, keçiden ve çobanlardan bahsetti. Bir keresinde İsa’yı tuzağa düşürmeye çalışan din adamları, O’nun işgalci Roma ordusuna isyan ediyormuş izlenimini uyandırmak için vergi meselesini açıp sordular:
“Hoca, söyle bize, Sezar’a vergi vermek caiz midir?”
İsa onlardan bir madeni para istedi, sonra sordu:
“Paranın üzerinde kimin resmi, kimin adı var?”
Din adamları, “Sezar’ın” dediler.
İsa onlara, “O halde Sezar’ın hakkını Sezar’a,
Allah’ın hakkını da Allah’a verin” diye cevap verdi.
(İncil’in Markos kısmı, 12.inci bölüm, 15-17 ayetleri)
Bir başka yerde kendini asma ağacına benzetir:
“Ben asmayım, siz dallarsınız. Ben de kalırsanız
ve ben sizde kalırsam çok meyve verirsiniz.
Benden ayrı olarak hiçbir şey yapamazsınız.”
(İncil’in Yuhanna kısmı, 15.inci bölüm, 5.inci ayet).
Başka bir ayette, şakirdi olmaya davet ettiği balıkçılara der ki,
“Peşimden gelin, sizlere balık yerine
insan tutmasını öğreteceğim.”
İsa bu insanlara ebedî kurtuluş mesajını iletirken, yaptıkları işlerden, anladıkları misallerden yola çıkarak konuştu.
Tercüme ve Dil
O çağda halkın konuştuğu dil Aramice’ydi. İsa Mesih de Aramice konuştu, Aramice vazetti. Büyük ihtimalle o çağda yaygın olarak konuşulan eski Yunancayı da biliyordu; ayrıca Tevrat’ın dili olan İbranice’yi okuyabiliyordu.
Eğer dillerden birinin mukaddes bir dil olduğunu düşünecek olursak herhalde İsa’nın konuştuğu Aramice en başta gelirdi. Halbuki İsa’nın nerdeyse bütün söyledikleri Grekçe (eski Yunanca) olarak kaleme alındı. Hatta Tevrat, Zebur ve peygamber kitapları da İsa’dan yüzlerce yıl önce eski Yunanca’ya tercüme edilmişti. Çünkü eski Yunancanın hâkim olduğu topraklarda yaşayan Yahudilerin çoğu artık İbranice değil, eski Yunanca konuşuyordu.
O çağda Yunancanın farklı iki lehçesi vardı: Eğitimli üst tabakanın konuştuğu edebî ve zor Yunanca, bir de Filistin halkları dâhil, çoğunluğun konuştuğu basit Yunanca. İsa’nın vaazlarını, hayatını, yaptıklarını kaleme alan havariler, halkın anladığı basit Yunancayı kullandılar. Aslında bu, Allah’ın bize anladığımız dilde seslenmek istediğini gösterir. Önemli olan dilin üstünlüğü değil, ebedi kurtuluş mesajının anlaşılmasıdır.
Hıristiyanlık yayılmaya başlayınca İncil de başka dillere tercüme edildi. İlk tercümeler Süryani, Kıpti ve Ermeni dillerinde yapıldı. Sonraki yüzyıllarda Latince Akdeniz yöresinde ortak dil oldu; böylece Tevrat ve İncil Latince’ye tercüme edildi. Orta Çağ’ın sonlarında halklar kiliselerdeki ibadetlerde bölgesel dilleri kullanmaya başladı; fakat din adamları Latince Tevrat ve İncil’i kullanmaya devam etti; çünkü Latince’yi mukaddes dil kabul ediyorlardı. Mukaddes yazılar Latince olduğundan halk Tevrat ve İncil’i okuyup anlayamıyordu; durum bu olunca insanların hayatında gözle görülür bir iyileşme olmuyordu. Hurafeler, masallar, batıl itikatlar mukaddes yazıların yerini almıştı. Günahla boğuşan insanlar, dil engeli yüzünden, takvanın kaynağı olan Allah’ın kelâmından mahrum bırakılmıştı.
1300 yıllarında İngiltere’de John Wycliffe adında bir vaiz Mukaddes Kitap’ı İngilizce’ye tercüme etmeye karar verdiğinde kiliselerin önde gelen din adamları ona karşı çıktı; “Mukaddes Kitap’ı, İngilizce gibi iptidai bir dile nasıl tercüme edebilirsin?” dediler. Fakat Mukaddes Kitap’ı sıradan halk dillerine tercüme etmekte kararlı olan uzmanlar sonunda mücadeleyi kazandı; mukaddes yazılar peş peşe başka dillere tercüme edildi. Bunun sonucunda birçok ülkede büyük değişimler yaşandı. Cemaatler büyüdü ve gelişti; mukaddes yazılar, yerel halkların diline tercüme edilerek dünyanın en ücra köşelerine ulaştırıldı. Bütün bu çabalar, en ilkel kabilelerin bile mukaddes yazıları kendi dillerinde okuyup anlamalarını mümkün kıldı; Allah’ın kurtuluş mesajının her dilde ifade edilebilir ve yaşanabilir olduğu ispat edildi. Mukaddes yazılarda anlaşılması ve tercüme edilmesi zor olan terimler ve kavramlar, ilgili dilde bulunan terimler ve kavramlarla ifade edilebilir oldu. Alfabesi olmayan kabileler bile alfabeye sahip oldu; Mukaddes Kitap’la başlayan yazılı bir edebiyata kavuştu.
Bu Tercüme Hakkında Birkaç Söz
Mukaddes Kitap tercümanları, İbranice ve eski Yunanca metinleri başka dillere tercüme ederken Allah’ın ebedî kurtuluş mesajını ihtiva eden mukaddes yazıları en doğru şekilde ilgili dile aktarmaya gayret ederler. Tercüme alanında çalışan herkes bilir ki, hiçbir tercüme mükemmel değildir, orijinal metinleri tam olarak ifade edemez; bu nedenle hem alfabe hem dil ve üslup açısından orijinal dillerden farklı olan mukaddes yazı tercümelerini “meâl” olarak adlandırmak doğrudur. Tercümanlar meâllerde ellerinden geleni yaparlar; Allah’ın, mükemmel olmayan dilleri kullanarak kendi ebedî kurtuluş mesajını insanlara ulaştırmaya muktedir olduğuna inanırlar ve tercümeleri bu inançla ve bu anlayışla yaparlar.
Belirli bir çağda belirli bir kültürde, o kültüre ait halkın anlayabileceği şekilde yapılan tercümelerin bir ömrü vardır. Dildeki değişmelerin yanı sıra köklü kültürel değişimler, yeni tercümelere, ya da mevcut tercümelerin gözden geçirilmesine ihtiyaç gösterir. Günümüzde yapılan tercümeler, değişik halk kesimlerinin eğitim ve kültür seviyelerini göz önüne alarak yapılmaktadır. Dil seviyesi ve üslup açısından lise ve üniversite mezunlarınca makbul sayılan bir tercüme, sadece basit metinleri okuyup anlayabilen, günlük gazeteyi bile zar zor okuyan ilkokul mezunları için zor bir tercümedir. Ancak hayatın her alanında, eğitim seviyesine bakılmaksızın herkes için evrensel olan temel haklar gibi, herkesin Allah’ın kelâmını okuyup anlamaya da hakkı var. Bu hakkı kabul ediyorsak, ortalama halkın rahatça okuyup anlayacağı Mukaddes Kitap tercümelerinin de gerekli olduğunu rahatça kabul edebiliriz.
Elinizdeki İncil tercümesi, işte bu ihtiyacı kabul eden ve Allah’ın ebedî kurtuluş mesajını kendi hayatlarında tecrübe etmiş olan bir ekip tarafından yapıldı. Onların en büyük dileği, bu tercümeyi okuyan herkesin bu ebedî mesajı anlayıp ebedî hayata kavuşmasıdır.